19 Haziran 2011 Pazar

Sunay Akın'dan Bir Kız Kulesi Öyküsü


"1827 yılında Almanya’nın Brandenburg kentinde Karl adında bir çocuk dünyaya gelir. Babası müzik öğretmeni olan Karl, aile içinde baş gösteren huzursuzluklardan dolayı bir Fransız yetimhanesine gönderilir. Daha sonra gemilerde miço olarak çalışır. Hamburg’dan kalkan bir gemiyle İstanbul’a giderken henüz 12 yaşındadır.

Gemi İstanbul’a geldiğinde denize atlayan Karl, Kız Kulesi'ne yüzerek kaçar. Kendisini kurtaran Kız Kulesi'nin bekçisine gemiye geri dönmek istemediğini söyler. İki ülke arasında küçük bir politik sorun yaşanır. Ama Osmanlı sadrazamı Ali Paşa sorunu çözer ve Karl'ı korumasına alır. Karl Mehmet Ali adini alır. Mehmet Ali, Kirim, Bosna ve Karadağ savaşlarından sonra 2.Abdülhamit döneminde paşa unvanını alır.

Mehmet Ali Pasa, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’nda Osmanlı’yı temsil eden üç kişiden biri olur. Almanca, Fransızca, Yunanca, Farsça ve Arapça dillerinde şiirler yazan Mehmet Ali Paşa’nın dört kızı olur. Paşa’nın Leyla adındaki kızının da bir kızı olur;
Celile.

Celile bir erkek çocuk doğurur: Şair Nazım Hikmet!

Görüldüğü gibi Karl'dan Nazım’a uzanan hikâyenin gösterdiği gibi, Kız Kulesi'nin her zaman hikâyeleri vardır. Eğer Kız Kulesi Karl’ı kurtarmasaydı, Nazım olmayacaktı."

Sunay AKIN

Erkekler Melektir





Birgün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan ağacın dallarını keserken baltasını suya düsürür.

'Aman tanrım' diye bağırdığında bir peri belirir ve

'Ne diye bağırıyorsun?' der.

Ormancı baltasinı suya düşürdüğünü ve yaşamını sürdürebilmek için o baltaya ihtiyacı olduğunu söyler.

Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir. 'Baltan bu muydu?' diye sorar. ormancı'hayır' diye cevaplar.

Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile
tekrar belirir ve yine sorar.

'Baltan bu muydu? 'ormancı yine
'hayır' diye cevaplar.

peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar.

'baltan bu muydu?' ormancı 'evet' der.

Ormancının dürüstlüğü perinin çok hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir.

Ormancı mutlu bir şekilde evine döner.

Bir zaman sonra ormancı eşiyle birlikte nehir boyunca yürürken karısı suya düser.

Ormancı 'aman tanrım' diye bağırır. peri ! yine belirir ve sorar.

'ne diye bağırıyorsun?' ormancı 'karım s uya düştü der.

Peri suya dalar ve jennifer lopez le birlikte geri döner.

'Senin karın bu mu?' diye sorar. ormancı 'evet' der.

Peri sinirlenmiştir. 'yalan söylüyorsun. gerçek bu değil' der.

Ormancı 'özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu. Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer Catherine Zeta-Jones ile geri dönecektin, o na da hayır
deseydim karımla dönecek ve her üçünü de bana verecektin. ben fakir bir adamım ve üç karımın sorumluluğunu taşıyabilecek durumda değilim.
Jennifer Lopez e evet dememin sebebi budur.

Bu hikayeden alinacak ders :

Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve saygın bir nedeni vardir ve bu başkalarının yararı içindir.

(Kendiler! i için birşey istiyorsalarsa ekmek çarpsındır )


5'i Bir Yerde



Fenerbahçe'den Beş'i Bir Yerde....
Bildiğiniz başka bir oyun varsa onu oynayalım!! =)
)






Varan I - Bayan Basketbol

Fenerbahçe Bayan Basketbol Takımı 17 Nisan Pazar günü Türkiye Kadınlar Basketbol Ligi (TKBL) play-off final serisi 4. maçında 6S'yi uzatma sonunda 91-86 yenerek üst üste 6., toplamda 9. lig şampiyonluğu elde etti.



Varan II - Erkek Voleybol


Aroma Erkekler Voleybol 1. Ligi play-off final serisinde, Arkasspor'u 3-0 ile geçen Fenerbahçe, 2010-2011 sezonu şampiyonu oldu.


Varan III - Bayan Voleybol


11 Mayıs Çarşamba günü, Aroma Bayanlar Voleybol 1. Ligi Play-Off final serisinde Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom'a 3-0 üstünlük kuran Fenerbahçe Acıbadem, üst üste 3. kez şampiyonluğa ulaştı.



Varan IV - Futbol


22 Mayıs Pazar günü, Spor Toto Süper Lig'in son maçında deplasmanda Sivasspor'u 4-3 yenen Fenerbahçe, 82 puanla aynı puana sahip Trabzonspor'u averajla geçerek, 18. şampiyonluğunu ilan etti.


Varan V - Erkek Basketbol


Fenerbahçe Ülker, Beko Basketbol Ligi play-off final serisinde 6S'yi seride toplamda 4-2 yenerek, şampiyonluğa ulaştı.



5'İ BİR YERDE!!


(bkz: kapak nedir?)

13 Haziran 2011 Pazartesi

Herkes Bir Arayış İçinde


Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor.
Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.

Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikâyetçi?
Çevremizde kaç kişinin aşk hayatı iyi gidiyor? Eminim parmakla sayılacak kadar azdır. Ve eminim hiç kimse yanlışın nerede olduğunu da bulamıyordur.

Ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım. Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki? Evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir şansımız olmadığına da eminim... İşte bu yüzden içimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz, işte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz...

Gerçekte hız çağında yaşıyoruz. Her şey o kadar hızlı geçiyor ki, ne işe, ne arkadaşlarımıza, ne ailemize, ne çocuğumuza, ne kendimize yeterince vaktimiz kalmıyor. Akrep ve yelkovanla yarış halindeyiz. Bu yüzden bütün ilişkiler yarım yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük. Sevmeye bile vaktimiz yok bizim.

Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyoruz. Ne çamaşır yıkıyoruz ne de bulaşık, çayımızı kahvemizi makineler yapıyor.
İşlerimizi bir telefon, bir faksla hallediyoruz. Uçaklar bizi iki saat
içinde dünyanın bir ucuna taşıyor. Hatta artık gitmeye bile gerek yok,
internetle dünya elimizin altında. Ama yine de vaktimiz yok işte!

Bence doğanın kara bir laneti. Biz ondan uzaklaştıkça, o da bizden bütün zamanları çalıyor.
Milan Kundera "yavaşlık" adlı kitabında; "yavaşlık hep aldatır, hızlılık ise unutturur" diyor. Telefon hızlılık mesela, konuşulanları, söylenenleri unutturur. Mektupsa yavaşlık, hep vardır ve hep hatırlatır. Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok.
Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık.

Aceleye ne gerek var?
Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. İyi ya da kötü hızlı ya da yavaş...
Her şey bizim elimizde, sevgi de, aşk da, başarı da. Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda.

Can DÜNDAR

12 Haziran 2011 Pazar

11 Haziran 2011 Cumartesi

Mutluluk Üzerine

Şans eseri Sarah Chang'ten Johann Sebastian Bach'ın Air on G String'ini dinlerken okumuştum tavsiye ederim... Mükemmel karışım... =))






"Bazen mutlu insanlara, aptal görünseler de keşfedilmemiş bilge kişiler gözüyle bakmak geliyor içimden. Akıllılıktan daha salakça olup insanı daha çok mutsuz eden bir başka şey var mıdır?

* * *

Dost yollar birbirine kavuştu mu, bütün dünya insan için kısa bir süre bir vatan olup çıkar.


* * *

Dakikalara yüksek değer biçilmesinin, yaşam biçimimizin en önemli nedeni olarak acelenin sevincin azılı düşmanı olduğuna kuşku yok. Parola, elden geldiğince çok, elden geldiğince çabuktur. Bunun yol açtığı sonuç ise giderek daha fazla eğlence, daha az sevinçtir.

* * *


Her sevincin harikulade yanı, hak edilmeden çıkıp gelmesi ve asla satın alınamayışıdır.

* * *


Yontulmamış ve aptal kişilerin “mutluluk” özlemi, belki de bir misyonu yerine getirmekle yükümlü kılınmışların asla ayırıcı bir özelliği değildir. Belki her insan, aynı derece bilinçli olmasa bile, bir basamak altında ya da bir basamak üstündeki kimsenin mutluluğunu kıskanır. Belki her yaşam bir ötekisine gıpta eder ve her yaşama kendi yazgısı bir başka yaşamınkinden çetin görünür.

* * *


Ancak içinden kovulduğumuz zaman, cennet cennet olduğunun bilinmesine izin verir.

* * *


Mutluluğa onu görmediğiniz sürece sahip olabilirsiniz ancak.


* * *

Mutluluğu yaşamak her şeyden önce zamandan, dolayısıyla gerek korku, gerek umuttan bağımsızlığı gerektirir; bu yeteneği de insanlar geçip giden yıllarla birlikte elden çıkarır.

* * *

Tüm görevini yerine getirmekle, tüm ahlak kurallarına, tüm yasalara uymakla insanlar birbirlerini seyrek durumlarda mutlu kılabilir, çünkü böyle davranmaları onların kendi kendilerini mutlu kılmaz. İnsanı “iyi” bir insan yapacak tek yol mutluluktan geçer.

* * *

Mutluluk “ne” değil, “nasıldır, nesne değil, yetenektir.


* * *

Yarından hiçbir şey beklemez, bugünün getirdiklerini şükranla alıp kabullenirsek, bizim için bir mutluluk söz konusu olabilir ancak; bizi mutlu kılacak an, dönüp dolaşıp karşımıza çıkar.




Bir an uğruna kendini gözden çıkarabilmek, bir kadının gülümsemesi uğruna kendini feda edebilmek, işte budur mutluluk!

* * *

Mutluluğun ne akıl ne de ahlakla ilgisi vardır, özü bakımından büyülü bir nesnedir mutluluk; insanlık yaşamının erken dönemine, insanlık merdiveninin ilk gençlik basamağına özgüdür. Perilerin armağanlara boğduğu, Tanrıların şımarttığı naif-mutlu kişi ussal incelemelere uygun bir konu değil, bir simgedir, kişisellik ve tarihselliğin dışında bir konumu vardır. Ama yine de öyle seçkin kişiler görülür ki, yaşamlarında mutluluğun yer almadığını düşünmek olanaksızdır; isterse kendileriyle kendilerine uygun düşen misyonun tarihsel ve özyaşamsal bakımdan birbirini gelip bulmasından oluşsun sadece, böyle bir mutluluğu yaşar söz konusu kişiler.

* * *

Mutluluk özlemiyle dolup taşar insanın içi, ama yine de insan ele geçireceği mutluluğa uzun süre katlanamaz.

* * *

Evet denilip sineye çekildi mi, mutsuzluk mutluluğa dönüşür.

* * *

Mutluluk sevgidir, başka şey değil. Sevebilen mutludur."






Mutluluk Üzerine - Hermann Hesse



Edebiyat Kulübü





"Vay Temel.."

Temel İtalya''da Fiat fabrikasında çalışan bir işçi... Dönemin Sovyet lideri Krusçev resmi bir ziyaret için İtalya''ya gelmiş. Programda Fiat tesisleri de var.
Fabrikanın tezgâhları arasında dolaşırken Temel''e rastlamış. Herkesin gözü önünde ''''Vay Temel...'''' diye sarılıp kucaklaşmış. Orada ayaküstü sohbet etmişler.
Tüm protokol bu dostluktan şaşkın... Konuk gittikten sonra patron Temel''i çağırıp, Krusçev''i nereden tanıdığını sormuş. Temel ''Hiiç'' demiş. ''''Ben eskiden komünisttim.. . 1 Mayıs kutlamaları için parti beni Moskova''ya göndermişti. Orada tanışmıştım.''''
Olay unutulmuş.. Üç beş ay sonra bu kez Amerika başkanı Nixon gelmiş İtalya''ya. Yine aynı program ve fabrika ziyareti. Tezgahların arasında ''''Vay Temel.Vay Nixon.'''' muhabbeti...
İyice meraklanan patron ziyaretten sonra Temel''i yine çağırtmış. Soru da cevap da aynı; ''''Bir ara Amerika''ya göç etmeye kalkıştım. New York''ta başım polisle belaya girdi. Bu Nixon o zaman çiçeği burnunda bir avukattı. Beni o savunmuştu..''''

Olay bu kadarla kalsa iyi. İki ay sonra Fransa başkanı De Gaulle ziyaretinde de aynı manzara yaşanınca Patron Agnelli derin bunalımlara girmiş. Kendisini tanıyan yok. Yanında çalışan Temel''in uluslararası çevresi var.
-De Gaulle''ü nereden tanıyorsun?
-Nazilere karşı Paris''te yeraltı savaşı yapıyorduk... Özel kuryesiydim.

-Sen herkesi tanır mısın?
-Evet, hemen hemen... Patron iyice hırslanmış.
-Neredeyse Papa da arkadaşım diyeceksin.
Temel gülmüş. ''''Tabii. Yakın arkadaşımdır.''''
Çıldırma noktasına gelen Agnelli haykırmış :
-İspatla... İspatlayamazsan kovarım...
Temel :
-Tamam, bu pazar ayininde Vatikan meydanında olun. Papa balkondan halkı takdis ederken ben yanında olacağım.
Patron pazar''ı iple çekmiş. Vatikan''da Papayı bekleyen kalabalığın arasına karışıp beklemeye başlamış. Bir süre sonra Papa balkona çıkmış. Yanında Temel... Kalabalığa bakıp, patronunu bulmaya çalışıyor. O sırada bir kargaşa olmuş. Biri bayılmış..
Temel bayılanın kendi patronu olduğunu görünce Papaya ''''Bana müsaade'' deyip meydana koşmuş. Agnelli yerde yatıyor.. Bir iki kişi de ayıltmaya çalışıyor.

Temel çevresindekilere, ''''Bu benim patronumdur; ne oldu?'''' diye sorunca biri cevap vermiş :

- Siz Papa ile balkona çıktığınızda bunun önünde iki Japon turist vardı. Japonlardan biri senin patronuna dönüp, ''Şu sağdaki bizim Temel, ama yanındaki kim?'' diye sorunca seninki düşüp bayıldı.

Olmuyorsa Zorlamayacaksın



Olsun istersin…

Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.

Aşktır; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin…

Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde.

İştir; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin…

Dosttur; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “O’na” ayırmaya çalışırsın…

Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın…

Bakarsın ki her şey başladığın gibi! Olmuyorsa, olmuyordur!


Gönlün rahat mı?

Elinden geleni yaptın mı?

Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın...



Can YÜCEL

Yaşamak Güzel Şey



Yaşamak güzel şey doğrusu

Üstelik hava da güzelse

Hele gücün kuvvetin yerindeyse

Elin ekmek tutmussa bir de

Hele tertemizse gönlün

Hele kar gibiyse alnin

Yani kendinden korkmuyorsan

Kimseden korkmuyorsan dünyada

Dostuna güveniyorsan

İyi günler bekliyorsan hele

İyi günlere inaniyorsan

Üstelik hava da güzelse

Yaşamak güzel şey.

Çok güzel sey doğrusu.



Melih Cevdet ANDAY

8 Haziran 2011 Çarşamba

Anonymous'tan Türkiye'ye Uyarı



Tüm dünyadan isimsiz üyelerden oluşan siber protesto ekibi Anonymous, 22 Ağustos'ta Türkiye'de uygulanmaya başlayacak olan 'filtre' ile ilgili olarak hükümeti uyardı.

Filtenin kullanıcıların tüm aktivitelerini kayıt altına alacağını söyleyen grup, bunun sansürü üst seviyeye çıkaracağını öne sürerek bu duruma karşı tepkisiz kalmayacağını ve sansürü uygulayan kurumlara karşı harekete geçeceğini duyurdu.

Haber gruba ait anonnews.org sitesinde de yer aldı ve doğrulandı. Eylem şu anda Twitter'da da #operationturkey hashtagi (etiketi) altında konuşuluyor.

Grup internette yayınladığı "Merhaba Türkiye" diye başlayan ve İngilizce devam eden uyarısında şunları söylüyor







"Merhaba Türkiye,

Son yıllarda, Türkiye hükümetinin internet üzerindeki kontrolunun ne denli arttığına tanık olduk. binlerce websitesi ve blog engellenirken, aynı zamanda internet gazetecilerine karşı başlatılan yasal kovuşturmalar devam etmekte... Hükümet şimdi de 22 Ağustos’ta, internet kullanıcılarının tüm aktivitelerinin kayıt altına alınmasını mümkün haline getirecek olan yeni bir filtreleme sistemi uygulamaya koymak istiyor. Böylesi bir sistemin ne zaman ve nasıl uygulamaya konulacağı hâlâ muğlak olsa da, kesin olan şey hükümetin internet sansürünü bir üst seviyeye çıkardığıdır.

Bu sansür uygulamaları mazur görülemez. Serbest bilgi akışına erişim ve katılım temel bir insan hakkıdır. Türkiye hükümeti bu temel hakkı ihlal ederken, Anonymous eylemsiz kalmayacaktır. sansürü engellemek için desteğimizi verecek, sansür uygulayan kurumlara karşı harekete geçeceğiz.

Türkiye’de yüz binlerce insan internet sansürüne yönelik kararları protesto etti ancak AKP hükümeti insanların seslerini duymazlıktan geldi ve protestocuları polis şiddetiyle bastırdı.

Bizler tüm internet vatandaşlarını, Türkiye hükümetini bu absürd politikalardan vazgeçmeye iterek konuşma özgürlüğünü desteklemeye çağırıyoruz. Serbest bilgi akışı engellenemez. Bilgi paylaşımı durdurulamaz. Korku eşiklerini aşarak bu temel haklarımızı savunmanın zamanıdır.

Bizler ‘anonim’iz.

Bizler çoğunluğuz.

Bağışlamayız.

Unutmayız.

Bizi bekleyin."





ANONYMOUS KİMDİR?

Anonymous grubu, WikiLeaks belgelerinin yayını sırasında kendiliğinden oluşan bir ‘siber protesto” örgütü. Dünyanın pek çok yerinden demokrat hackerların katıldığı ağda belirgin bir hiyerarşi bulunmuyor. Gruba destek vermek isteyenler, ücretsiz bir botnet yazılımını indirerek bilgisayarlarını Anonymous saldırılarında birer nefer haline getirebiliyor. Şu anda Anonyomus botnetinde 50 bine yakın bilgisayar olduğu tahmin ediliyor.

Grup, ilk büyük eylemlerini WikiLeaks’i zor durumda bırakmaya çalışan PayPal, Visa ve MasterCard gibi ödeme ve kredi kartı firmalarına karşı yürütmüştü. Aynı gerekçeyle Amazon ve bakanlıklar gibi pek çok siteye de saldıran grup, Tom Cruise ve Jon Travolta’nın üye olduğu Scientology tarikatına da uzun süredir saldırılar düzenliyor.

Grup, internette dosya paylaşımını kısıtlayan ve pornografiyi engelleyen kişi ve kurumlaBağlantırın internetteki tüm varlıklarını da sürekli bombalıyor.

Grup manifestosunda, internetin serbest ve açık bir platform olması için çalıştıklarını ancak son yıllarda hükümetlerin internetteki özgürlükleri kısıtlamak için yoğun kampanya başlattıklarını belirtiliyor.

Yüzlerini ve kimliklerini gizleyen Anonymous, son olarak Sony'ye yaptığı saldırıyla gündeme gelmişti.




7 Haziran 2011 Salı

Game of Thrones


"Korku hakkında ne bilirsin?
Kıştan kork. Yüzlerce ayak derinliğinde kar yağdığında.
Uzun geceden kork. Ak ayaklılar ormanda cirit attığında.
Yıllarca güneşin saklandığı ve çocuklar karanlıkta doğduğu, yaşadığı ve topluca karanlıkta öldüğü vakit…
Korkunun zamanı gelmiştir, Lordum."



Game of Thrones; bu bahar HBO da başlayan, George R. R. Martin'in "Song of Ice and Fire" adlı serisinin ilk kitabı "Game of Thrones" un diziye uyarlaması... Bana göre de sezonun en iyi yapımı.


Dizi, Westeros adlı fantastik bir adada geçiyor. Westeros'ta yazlar onlarca yıl, kışlar ise bir ömür boyu sürebilmekte(Winter is coming!!)... Dizi ortaçağ derebeylik zamanında geçiyor gibi geliyor ama fantastik bir yapım olduğu için bazen zamandan bağımsızlaşabiliyor... Westeros'ta yerleşimler "House" adı verilen yerleşkelerden oluşuyor. Her “House”un başında asil kan taşıyan bir lord var ve bu lordlar da yaşadığı bölgenin büyük lorduna bağlı. Westeros’da 7 bölge ve başlarında 7 büyük aile var; bu kendi bölgelerinde adeta kral olan 7 büyük aile de Kings Landing denilen başkentte oturan asıl Westeros Kralına(King of 7 Kingdoms) bağlılar.




King's Landing



Adından da anlaşılacağı üzere dizi "Taht oyunları" ekseninde yürüyor. Dizi, Demir Taht'ın sahibi 7 Krallığın Kralı Robert Baretheon 'un, Stark Hanedanı'ndan Kuzey'in koruyucusu Lord Eddard Stark 'ı (Ned) ziyaret edip vefat eden sağ kolunun yerine onu başkente götürüp yeni sağ kolu ve vekili yapmak istemesi ile başlıyor. Lord Eddard Stark istemeye istemeye de olsa kendini Başkent'in entirika dolu taht oyunları içinde buluyor...





Stark Hanedanı
( Tüm hanedanlıklar, bunların birbiri ile ilişkileri ve daha fazlası için tıklayın..)



Kuzeyi Ak gezenler ve kuzeyin bilinmeyen yaratıklarından korumak için yapılmış Duvar(The Wall) ve Kıştepesi(Winterfall), güneyde King's Landing ve taht oyunları, Doğuda denizle de ayrılmışta olsa çekinilen sürgündeki eski kral hanedanı Targeryen 'lar ve onların yeni akrabaları barbar Dothraki 'ler...



Kuzeyde The Wall





Güneyde Kings Landing ve Taht Oyunları





Doğuda Targeryen'lar ve barbar Dothraki'ler...



Müzikleri, kitapları okumadıysanız aklınızı başınızdan alıcak taht oyunları(her bölüm ters köşe olmaya hazılıklı olun!!), müthiş dekoru ve herbiri birbirinden ayrıntılı ve tahmin edilemez karakterleriyle vazgeçilmeziniz olmaya aday "Games of Thrones"... Şiddetle tavsiye edilir. Şimdiden iyi seyirler... =))


Diziyi anlatan ilk yayınlanan kısa tanıtım bölümü;


5 Haziran 2011 Pazar

Günün Sözü



"Hayat bir sabun gibidir bazen. Siz ne kadar sıkı tutmaya çalışırsanız, o kadar çabuk kayıverir ellerinizden."

[dawnologie]

Karınca


Küçük bir karınca, her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı…Çok çalışır… Çok üretir… Ve bunları keyif içinde yapardı. Patronu Aslan, Karınca’nın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı.Bir gün kârı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi; eğer Karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı? Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği’ni işe aldı.Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece Karınca’nın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı. Bu nedenle hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için Örümcek’i işe aldı. Aslan, gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceği’nin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve kârlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi. Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti. Hamamböceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu. Artan ekipmanlar için de artık bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti. Bu işleri idare etmek için Sinek’i işe aldı. Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan Karınca, bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı. Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiyordu. Aslan, Karınca’nın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyütmek üzere bir üst yöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü Ağustosböceği’ni işe aldı. Kendi rahatına ve keyfine düşkün Ağustosböceği’nin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu. Tabi ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Bunun üzerine eski işyerindeki yardımcısı Tavuskuşu’nu işe aldı. Karınca’nın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekana dönüşmüştü.Ağustosböceği, patronu Aslan’ı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti. Bunun üzerine, Karınca’nın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren Aslan, üretimin ve kârlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü fark etti. Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir Danışman olan Baykuş’u sorunu çözmesi için işe aldı. Baykuş, Karınca’nın departmanında üç ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı. Raporun sonucu şuydu: “Departmanda aşırı istihdam vardı”. Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi ve elbette, ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan Karınca’yı işten çıkardı.

4 Haziran 2011 Cumartesi

İncir Reçeli

"Hiç yadırgamadım yüzünü, inan çok tanıdık, Gönlüme hoşgeldin sevgilim, kusura bakma ortalık biraz dağınık."



Bir çok paylaşımda repliklerini okumuş, heyecanlamıştım.. çok şey vaadeden bir filmmiş gibi gelmişti, büyük bir beklentiyle izledim. Belki o yüzdendir ki bazı sahneler ve replikler dışında çok yavan, sıradan, klişelerle dolu, esas kadının HIV + çıkması dışında şaşırmamın beklendiği hiç bir yerde beni şaşırtmayan bir filmdi.


Yine de bi kaç sahnesi için izlemeye değer. İşte onlardan bir kaçı;





"sana dokunmak hayatın içinde durup dinlenmek gibi,
sana dokunmak nefes almak gibi,
sana dokunmak tüm kelimeleri yakmak gibi,
sana dokunmak tüm insanları affetmek gibi,
sana dokunmak hayatı temize geçmek gibi,
sana dokunmak ölüme inat gibi.."




"Şimdi kapat gözlerini,
yapacağın güzel şeyleri düşün,
beni unut demeyeceğim, çünkü ben seni unutamazdım
ama sakın hayata küsme,
ben yaptığın her şeyde yanında olacağım,
sabah yine radyonun sesiyle uyanacaksın,
enerjiyle yatağından fırlayıp radyoyu kıscaksın,
sonra pencereyi açıp dışarı doğru gerineceksin,
dışarıda hikayelerini anlatmanı bekleyen binlerce hayat var,
hepsi de anlaşılmayı bekliyor benim gibi,
yaz aşkım, hiç durmadan yaz;
birbirlerini anlat onlara,
birbirlerine değerek, dokunarak yaşayabilmenin güzelliklerini anlat,
birbirlerine karışmayı anlat,
yaşam savaşı içinde yaşamayı, yaşatmayı unuttuklarını anlat,
sevişmeyi anlat onlara,
en zor anlarda bile ayrılmamacasına tek vücut olabilmeyi anlat,
yalnız yürümek zor, kolayını anlat.
şimdi aç gözlerini aşkım,
söz veriyorum her şey çok güzel olacak.
ben sana karıştım aşkım,
artık daha güçlüsün.
"





3 Haziran 2011 Cuma

Nazım Hikmet - Yaşamaya Dair

YAŞAMAYA DAİR




1

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

[1947]

2

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

[1948]

3

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için...

[1948]

NAZIM HİKMET


Ölüm yıldönümünde büyük üstada saygıyla;